TARİHİN HALKALARININ DİZİLİŞİ
  Kafkasya (5)Dargin (Dargi)ler
 

Kafkasya (5)Dargin (Dargi)ler


Derbent Geçidi'nin kuzey-batısında, Hazar Denizi kıyılarına kadar yayılmışlardır. Kuzeylerinde Kumuklar, batılarında Avarlar en aşağıda Kazi-Kumluklar, güneylerinde de Kaytaklar bulunurlar. Konuştukları dil Lezgiler'in konuştuklarına yakındır. Bu nedenle Lezgi kabileleri arasında da sayılırlar. Akusa, Sutkur, Sirhal, Urkarak, Horakan, Kaytak (Haydak) ve Kubaçi gibi oymaklara ayrılırlar. Merkezleri Lavayi kasabası idi. Darginler'in en önemli oymakları (daha doğrusu grupları) Kaytaklar ve Kubaçiler'dir. Bunlardan birinciler Hazar Denizi kıyılarında Buynakski ve Derbent arasında otururlar ve Türkçe konuşurlar. ikinciler ise Kubaçi Kasabası'nda ve çevresinde otururlar. Maden isçiliği ve el dokumacılığından büyük bir şöhret sahibidirler. Bilhassa geçen yüzyıllarda Kubaçi isleri Ön Asya'da büyük değer taşırdı.. Karaçay-Balkar (Malkar)lar : Xlll.-XV.yy. lar arasında Kabartayları doğuya doğru yayılmalarına kadar Kuban, Terek ve Kuma nehirlerinin orta ve yukarı mecralarında ve onlara katılan akarsuların boylarında geniş bir sahada yasıyorlardı. Ancak Kabartayların baskısı ile Kafkas Dağları'nın zirvelerine doğru çekilmek zorunda kalmışlar ve Elbruz Tepesi'nin etrafındaki sarp ve yüksek araziye yerleşmişlerdir. Bunların da kaynakları pek belli değildir. Her iki boy da genellikle bir arada zikredilirler.

Zaten aralarında çeşitli yönlerden bakıldığında pek bir fark yoktur. Hazarlar, Bulgarlar veya Kipçaklar'dan geldiklerine dair çeşitli görüşler vardır. Bunlar çevrelerinin genel olarak Çerkes-Abaza kabileleri tarafından çevrili olmasından dolayı, geniş ölçüde onların etkileri altında kalmışlar ve yarı Çerkeşleşmişlerdir. Ruslara karşı da mücadele etmişler ve önemli oranda nüfusları da Anadolu'ya göç etmiştir. 1866 da Karaçaylar 13, 400, Balkarlar ise 10, 100 kişi idi. 1897 de birinciler 27, 000, ikinciler 23, 100 kişi olmuştur. 1959 da Karaçaylar 81, 000, Balkarlar ise 42, 000 kişiye yükselmişlerdir.

Nogaylar : aslında Nogaylar Kafkasya'da XVII.yy.ın sonlarında ortaya çıktılar . Daha XV.yy.ın ortalarında Küçük Nogay Ulusu Kuban Nehri'nin kuzeyine gelmişse de daha güneye inmemişti. 1771 de Ruslar Yedisan ve Bucak Nogayları'nda üç kabileyi daha Kuban boylarına sürdüler. Daha sonra bir kabile daha Kuban boylarına katildi. Burada General Suvorov'un katliamından kurtulabilenler Sogucak Kalesi' nde bulunan Ferah Ali Paşaya başvurdular. Kendilerinin Kabartay arazisinde ve Osmanlı topraklarına yerleştirilmesini istediler. Ferah Ali Paşa onlardan (gerektiğinde) Ruslara karşı yararlanabileceğini düşünerek onların bu isteklerini kabul etti. Bunlardan 10.000'i Hacılar Kalesi yanında, 10.000'i Hatukay arazisinde, 10.000'i Laba Nehri boyunda 10.000'i de Anapa Kalesinin liman başında ve iki saatlik mesafede yerleştirildiler. Nogaylar'ın Dağıstan dahilinde kalanlarının 1959'daki mevcutları 38.582 kişi idi. Bugün Dağıstan'ın dışında Krasnodar ve Stavropol eyaletlerinde oturanlar da bulunmaktadır. Bunlar Kazak ve Karakalpaklar'la aynı Türkçe yi kullanırlar. Nüfuslarının büyük kısmını göçlerden kaybetmişlerdir.

Ayrılık ve farklılıklar sebebiyle asırlarca birbirine düşman olarak yaşayan bu kavimler, bölgede İslamiyet'in yayılmasında da büyük pay sahibi olan Osmanlılar'a sürdürdükleri temaslar sonunda, tarihlerinde ilk defa bağımsız Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni kurmayı başarmışlardır. Fakat Osmanlı ordusunun, bu devletin kurulmasından çok kısa bir müddet sonra, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'yle Kafkasya'yı terketmek zorunda kalmasıyla yalnız kalan ve ancak üç yıl varlığını devam ettirebilen bu devletin bağımsızlığına Bolşevikler tarafından son verilmiştir.

Kafkas ülkelerinden Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsız; Çeçenistan, Dağstan, Karaçay-Çerke, Karbatay-Balkar, Kuzey Osetya ve İngşistan Rusya Federasyonu'na, Güney Osetya ve Abhazya da Gürcistan'a bağlı özerk cumhuriyetler olarak bugün varlıklarını sürdürmektedir. Ancak Çeçenistan bugün fiilen bağımsızlığını elde etmiş durumdadır.

Kafkasya'nın iktisat ve ticaret tarihi, her zaman bu ülkenin coğrafi konumuna sıkı bir şekilde bağlı kalmıştır. Güneyden Ön Asya ülkelerine açılan, kuzeyden de eski zamanlardan beri doğu ticaret kervanlarının geçtiği uçsuz bucaksız steplerle birleşen Kafkasya, asırlar boyunca dünya ticaret yolları şebekesine dahil olmuş ve dünya ticaret coğrafyasının önemli unsurlarından birini teşkil etmiştir. Eski Mısır, Babil, Asur, Fenike eski Yunanistan ile Ön Asya ve Akdeniz havzasının diğer ülkeleri mallarını Kafkasya'ya sevkederek burada satar, sonra artan malları daha ilerdeki komşu ülkelere gönderirlerdi. Kuzeyden ve doğudan gelen mamul ve hammaddeler de aynı ülkelere Kafkasya yoluyla ihraç ediliyordu.

 ***

Kafkasya ve buna paralel olarak Dağıstan'ın ekonomik ve ticari açıdan tarihte yaşadığı en parlak dönem Abbasiler egemenliğinde geçmiştir. Nitekim Kafkasya'daki kervan yolları hakkındaki en mükemmel tasvirleri Arap yazarlarında bulmak mümkün olmaktadır. Hazar sahilini izleyen Arap tüccarları Hazar Devleti'ne ait şehirlerin bulunduğu Volga sahillerine, Karadeniz ve Baltık Denizi'ne, hatta İskandinavya'ya kadar varmakta idiler. Bugün İskandinavya'da Baltık sahillerinde bulunan bol miktarda İslâmî sikke bu ticaretin yoğunluğunu göstermektedir.

Bu yolları kullanarak, Kafkasya kendi mamullerini de kuzeyde sözü geçen ülkelere, güneyde de Küçük Asya'ya, Irak ve İran'a sevkediyordu. Başlıca ihraç mallarının o zamanlar bakır ile tunç ve bu madenlerden mamul ev eşyaları ve harp malzemeleri teşkil etmiş olması muhtemeldir. Kafkasya'dan çıkarıldığı uzun zamandan beri bilinen altın ve gümüşün 'de ihraç edildiği kaydedilmektedir. Komşu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar veya doğrudan bir düşman istilası halinde ya ticaret yollarının istikameti değişir veya belirli bir süre ilişkiler kesilirdi. Barışın başlaması veya statükonun düzelmesi halinde, kesilmiş olan ticari münasebetler tekrar başlar ve Kafkasya'nın eski ticari önemi yeniden canlanırdı.
Ne Kafkasya'ya komşu olmuş tarihte silinmez izler bırakmış büyük imparatorlukların doğuş ve çöküşleri ne de yeni deniz yolllarının keşfi Kafkasya'nın ticari önemini azaltabilmiştir. Ancak kuzeye ve doğuya giden ticaret yollarının ticari bir geçmişi olmayan Moskova'nın eline geçmesi ile durum değişmiştir. Kafkasya'nın esaretiyle biten 300 yıllık savaşlarla Kafkasya'nın ticari hayatı tarihteki bu fonksiyonunu kaybetmiştir.

Önemli bir Turan Devleti olan Müslüman Türk-Moğol Altın Orda İmparatorluğu 1502'de dağılmış ve bu imparatorluğun son kalıntıları olan Kazan ve Astrahan Hanlıkları'da, Altın Orda' nın bağrında büyüyen Moskova tarafından sırasıyla 1552 ve 1556 yıllarında ortadan kaldırılmıştı. Böylece Kafkasya ve Türkistan istikametinde önünde bir engel kalmayan Moskova, daha 1594 ılında Gaziyurt'a, 1604 yılında da Dağıstan'nın önemli merkezlerinden olan Tarki üzerine yürümek suretiyle, Kafkasya ülkelerini askeri güçle ele geçirmenin ilk denemelerini yapmıştı.

Bu ve bundan sonraki teşebbüslerinde defalarca hezimete uğramalarına rağmen Ruslar, emelleri uğrunda mücadele etmekten yılmamış ve yaklaşık üç asır sürecek bir mücadeleden sonra bölgeyi kesin olarak hakimiyetleri altına almışlardır. Bu üç asırlık mücadele sonunda bağımsızlığını kaybeden Kafkasya'nın dünya ticaretindeki rolü de sona ermiştir. Bu dönemde Moskova, Kafkasya'nın diğer milletlerle olan bağlarını kesmek için her şeyi yapmıştır. XVIII. Yüzyılın başlarında Volga'dan Dinyeper ırmağına uzanan kaleler zinciri Kafkasya'nın doğuya giden ticaret yolunu ele geçirmeye başlamıştır. XIX. yüzyılın ilk çeyreği içinde ise Rusya, Kafkasya'nın Hazar ve Karadeniz sahilleri ile Gürcistan ve Azerbaycan'ın önemli kısımlarını istilâ etmiş, bu suretle Kafkasya'nın yalnız transit önemini değil, bu ülkenin dünya ülkeleriyle yaptığı mal mübadelelerindeki rolünü de ortadan kaldırmıştır. Tarihte hiç görülmemiş bir şekilde dünyaya kapanan ve sınırlarına demir perdeler çeken Sovyet Sistemi ise, Kafkasya'yı sıradan bir toprak parçası ve Sovyetler'in hammadde deposu haline getirmekten başka bir şey yapmamıştır.

Dağıstan, Kafkaslar'ın orijinal özelliklerini en çok yansıtan ve bu özellikleri ile dünyaya kendisini tanıtan bir ülkedir. Türkçe Dağ Ülkesi veya Dağlık Ülke anlamına gelen Dağıstan, Doğu Kafkasya'da Hazar denizinin batı sahilinde yerleşmiş bulunmaktadır. Coğrafi bakımdan Dağıstan, Kafkas ve Andi sıradağları, Sulak ve Samur nehirleri ile Hazar denizi arasında kalan, sahil boyunca uzanan 15-25 kilometre genişliğindeki düzlük dışında, ortalama 3 bin metre yüksekliğinde dağlık bir bölgedir. Sovyetler döneminde Hasavyurt, Kızlar ve Acıgöl bölgelerinin dahil edilmesiyle Dağıstan bugünkü şeklini kazanmıştır.

XVIII. yüzyılın sonlarında Rus işgaline uğrayan Dağıstan'da başta Çeçenler olmak üzere diğer Kafkas kavimleri ile birlikte, kısa bir müddet sonra Ruslar'a karşı büyük bir direniş ortaya çıkmıştır. Yaklaşık 60 yıl süren ve bütün dünyanın çok yakından ve ilgiyle takip ettiği bir mücadeleden sonra, bütün Kafkasya ile birlikte Dağıstan 'da Ruslar'ın eline geçmiştir. Kafkasyalılar'ın hürriyet ve vatanlarını savunma konusunda gösterdiği kahramanlık ve akıl almaz fedakârlıklar, özellikle Avrupalılar'ın dikkatlerini çektiğinden Kafkasya, XIX. Yüzyılın ortalarından itibaren Batılı araştırmacı ve yazarların cazip bir ilgi alanı haline gelmiştir. Tarihçi Dulaurier'e göre, Kafkasyalılar'ın ısrarlı vatan savunmaları bütün Orta Doğu ülkelerini Rus akınlarına karşı korumuştur. 1677'den 1918'e kadar geçen 241 yılda Rusya'nın Türkiye'ye 13 defa harp açtığı, bu harplerin 50 yıl tuttuğu, ortalama her 18 yılda bir Türk-Rus harbi meydana geldiği, bir defasında da Ruslar'ın 1829 yılında batıdan Edirne'ye, doğudan Erzurum'a kadar geldikleri dikkate alınırsa; bu sıralarda şiddetlenen Kafkas direnişinin, güneye yönelen Ruslar için ne büyük bir engel oluşturduğu daha kolay anlaşılabilir. Nitekim Kafkas meselesini halleden Ruslar, bundan sonra tüm Orta Asya Türk topraklarını koşar adımlarla ele geçirmişlerdir.

Dağıstan kabileleri bir çok yönlerden birbirlerinden ayrılırken, karakteristik bir takım ortak noktaları da bulunmaktadır. Kültür bakımından oldukça gelişmiş, sabırlı, zeki, marifetli, bir bakışta karşısındakini okuyarak bir kelimeyle onun hakkında karar verme yeteneğine sahip, onurlarına çok düşkün ve son derece dinlerine bağlıdırlar. Yeme ve içmelerinde itidalli, az uyuyan, yorgunluğa dayanıklı, aşırı denebilecek derecede cesur bu insanlar, atiklik ve atılganlıkta emsalsizlerdir . Çok inatçı ve gerektiğinde çok daha şiddetli ve korkunç bir kavga verirler. Ancak Rus kültürünün etkisi altında bugün alkolizm ağına düşmüş olanalarda vardır.

***

Avul denen dağ köyleri genellikle gözden ırak vadilerde ve dağ yamaçlarında kurulmuş olup, buralarda üzüm bağları, meyve ağaçları, mısır ve diğer bitkiler yetiştirilmekte ve bunlara muazzam bir itina gösterilmektedir. Dağlık ve çorak bir arazide, teras çalışmaları ve sulama kanallarıyla meydana getirilen bu bahçeler başka yerlerden gelenlerin büyük hayranlığını kazanır. Birçok kayalık tepelerin zirvesinde işlenmiş topraklara rastlanır. Çok yorucu bir tırmanıştan sonra ulaşılan buralardaki toprak, avuç avuç insan emeği ile taşınmıştır. Bazıları fevkalâde küçük olan bu tarlalardan birkaç metrekare olanları bile vardır.
Doğu ve batı her iki istikamette yapılan göç yolları üzerinde bulunan Dağıstan dağlık, engebeli ve aşılması güç yapısıyla çok farklı ve çeşitli kavimlerin buralarda yerleşip vatan edinmelerine zemin teşkil etmiş, fakat onlara pek parlak bir ekonomik hayat sunamamıştır. Hayat ve ulaşım şartlarının zorluğu bu bölge insanının yapısına da tesir etmiş ve bu bölge, tarihin büyük cengaver ve kahramanlarının yetiştiği yer olmuştur. Büyük sporcuların, özellikle dünyaca ünlü güreşcilerin buradan yetişmekte oluşu bir tesadüf değil, bu tabiat ve iklim şartlarının bir eseri olsa gerektir.

Dağıstan, tarihin ilk dönemlerinden itibaren, ekonomik faaliyetlere diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi, göçebelik ve hayvancılıkla başlamış; sonra tarımın ağırlık kazanmasıyla, zaman içinde tarım ürünleri çeşitlilik kazanmıştır.Dağıstan dağlarında toprağın kıt olması ona verilen değeri arttırmıştır. Bir miktar toprağı olmayan Dağlı, kendisini hiçbir şeye sahip olmayan bir insan olarak görüyordu. Kıt olması sebebiyle dağlarda açık kayalık ve uçurumlar dışında ekilmemiş toprak görmek mümkün değildi. Taşlardan temizlenmek suretiyle devamlı toprak elde etmeye çalışılıyor, yağışlarla bozulan yerler tekrar düzeltiliyordu. Otlar kökünden çıkartılarak kurutuluyor ve hayvanlara yem haline getiriliyordu.

Dağıstan'ın dikkat çeken özelliklerinden birisi, bu ülkenin el sanatlarında çok büyük bir gelişme kaydetmiş olmasıdır. İşleyecek toprakların yetersizliği, tarım ve hayvancılığın zorluğu, kabiliyetli dağ insanlarının el sanatlarına yönelmesine ve bu sahada dünyanın ilgisini çeken ve birçok ülke tarafından talep edilen sanat ürünlerini ortaya koymasına sebep olmuştur. Ülkenin dağlık yapısı buralarda gezmeyi bile bir beceri haline getirmiştir. Dağıstan'da bulunan yazar P. Pavlenko, "Dağ yollarında gezmek bile bir sanattır. Bu sanat, Dağlılar'a boşluktan korkmayı unutturmuş; çocuklar bile yüksek uçurumların kenarında ayaklarını sallayarak oturmaktan korkmuyorlar" demiştir.İranlılar ile Ruslar arasında 1813 yılında imzalan Gülistan Andlaşması ile Ruslar'ın eline geçen Dağıstan, bu hukuki ve fiili durumu asla sindirememiş ve işgalci Ruslar'a karşı tarihte eşine az rastlanır bir şekilde direniş göstermiştir. Bu işgal ve bağımsızlık savaşları sırasında büyük miktarda sosyo-ekonomik zararlara ve muazzam beşeri kaynak kaybına maruz kalan Dağıstan, Rus yönetimi altında İkinci büyük bir talihsizliğe düçar olmuş ve başarısızlıkla sona eren bir sosyalizm tecrübesini yaşamak zorunda kalmıştır. Bu tecrübe aynı zamanda, yukarıda belirtildiği gibi, Dağıstan'ın tarihinde ilk defa ele geçirdiği bağımsızlığı da götürmüştür.

Dağıstan ve diğer Kafkas kavimleri ile Türkiye arasında din ve soy birliği temelinde yaklaşık beş yüz yıllık ilişkiler mevcududur. Ruslar'a karşı yapılan bağımsızlık savaşının kaybedilmesi ve Çarlık yönetiminin baskıları, inanç ve hürriyetlerine bağlı Dağlı kabilelerin Türkiye'ye göç etmelerine sebep olmuştur. Türkiye'nin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi yapısını temelinden etkileyen ve bir mânâda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni sonuç veren bu göçler, sözü edilen din bağına akrabalık bağlarını da eklemiş ve bu ülkelerin, başka hiçbir gerekçeye ihtiyaç kalmaksızın Türkiye'nin birinci dereceden ilgi alanına girmelerine sebep olmuştur.

Bu sebeple, Rusya ile dostane ilişkiler çerçevesinde olmak üzere, Türk devlet adamlarının bu ülkelere ilgisiz kalmaları düşünülemeyeceği gibi, Türk bilim adamı ve araştırmacıların da bu coğrafyaya ilgi duymamaları mümkün değildir. Dağıstan üzerinde yoğunlaşan bu çalışma, işte böyle bir motivasyonun ürün olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Genelde Kafkasya özelde ise Dağıstan konusundaki mevcud Türkçe eserler, konuyu daha çok tarihi perspektiften ele almış ve konunun sosyo-ekonomik boyutu ihmal edilmiştir. Bugün ülkeler arasındaki ilişkilerin tarihi ve sosyo-kültürel boyutta kalmasının yeterli olmadığı, bu ilişkilerin ekonomik bağlarla da pekiştirilmesi gerektiği gözardı edilemeyen bir realite olarak karşımızda durmaktadır.

Bu gerçekten hareketle, çalışmada, iktisadi ilişkileri etkileyen sosyal ve siyasi gelişmelere yer verildikten sonra, ekonomik gelişmeler mümkün olduğunca geniş ele alınmaya çalışılmıştır. Sosyal ve siyasi gelişmeler daha çok Türkçe eserlerden, ekonomik gelişmeler ise Rusça eserlerden yararlanılarak işlenmeye çalışılmıştır. Dağıstan'ın bugünkü sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı hakkında ise, bizzat bu ülkede yapmış olduğumuz gözlemlerin ışığı altında yer yer değerlendirmeler yapılmış veya doğrudan bu gözlemler dile getirilmiştir.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol